Turing ve Otomobil Kurumu Yayını, 6.basım, 1996, İstanbul (ISBN 975-7641-14-6)
KENDİ MEKANININ ARAYIŞI İÇİNDE
TÜRK EVİ
Prof. Önder Küçükerman
Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu tarafından yayımlanmıştır.
Fotoğraflar ve çizimler, Prof. Önder Küçükerman
Yayın ve sanat danışmanı, Tanjo Sancaktaroğlu
Grafik tasarım, Aydın Erkmen
Yayına hazırlayan, Aysun Ünal
İngilizce çeviri, Tamer Çelensü, Adair Mill, John Scott
Film, baskı, cilt Apa Ofset Basımevi Sanayi ve Ticaret A.Ş. İstanbul
1. Basım, 1978, (Anadolu'daki Geleneksel Türk Evinde Mekan Organizasyonu Açısından Odalar/ The Rooms in the Traditional Turkish House of Anatolia from the aspect of Spatial Organization)
2. Basım, 1985
3. Basım, 1988
4. Basım, 1991
5. Basım, 1993
6. Basım, 1996
ISBN: 975-7641-00-6
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
Prof. Dr. h.c. Sedad Hakkı Eldem, 'Türk Evi, Türk Odası', 3
ÖNSÖZ
Prof. Utarit İzgi, 'Türk Evinde Birim Olarak Odalar ve Önder Küçükerman', 6
ÖNSÖZ
Çelik Gülersoy, 'Önder Küçükerman için', 8
ÖNSÖZ
Konunun araştırılmasıyla ilgili birkaç söz, 19
TÜRK EVİ KAVRAMININ KÖKENLERİ
Yerleşme Öncesi, Göçebelik, Yerleşme Dönemi ve Sonrası, 27
Anadolu'nun Özellikleri, 48
TÜRK EVİNDE ÇEVRESEL ÖGELERİN DÜZENLENMESİ
Odalar, 63
Anadolu'daki Evlerin kavram ve biçimleri, 87
Göçebe Çadırları ve Evleri, 87
Köy Evleri, 90
Kasaba ve Kent Evleri, 93
Anadolu'daki Diğer Ev Türleri, 99
Odalarda İç ve Dış Çevre İlişkileri, 104
İç ve Dış İlişkiler Açısından Odaların Kuruluşları, 171
Pencerelerin Açılma Türleri, 117
Tepe pencereleri, 123
Odaların Girişleri: Kapılar, 129
Kapı Kanatları, 137
Alt Örtü: Döşemeler, Döşeme Kaplamaları: 'Üstte Gök, Altta Toprak Vardır', 139
Alt Örtünün Biçimlenmesi, 143
Alt Örtü ve Oturma için Çözümler, 148
Üst Örtü: Tavan Kaplamaları, 153
Yan Örtü: Dolaplar (Kapalı ve Açık Kullanma Alanları), 165
Türk Evinde Odaların Isıtılması: Ocaklar, 183
SONUÇ
Doğal Etkenlerin Türk Evinin Evrimine Etkileri Ne Olmuştur? 190
İklim, 196
Ekonomik Etkenler, 200
KAYNAKLAR, 206
--------------------------------------------------------------------------------
ÖNSÖZ
TÜRK EVİ, TÜRK ODASI...
Prof. Dr. h.c. Sedad Hakkı ELDEM
Türk Odaları hakkında bundan 10-12 sene evvel o güzel eserini yazan kıymetli sanatkar ve araştırmacı Önder Küçükerman bu sefer aynı konuyu yeniden ele almış ve en iyi kalitede yayınlamıştır. Bizim gibi Türk evi ve yaşama kültürünün aşığı ve hayranı olan kimseler için bu kitap en kıymetli bir hediye sayılmalıdır. Küçükerman'ın ilk yayınladığı kitabından beri, bu konu yani Türk Odaları, dolayısıyla Türk Evleri ne gibi gelişmeler geçirmiş veya daha doğrusu ne akıbetlere uğramış olduğunu gözümün önüne getirdim ve beni bir dehşet ve ürperme sardı. Bu kısa zaman içinde nice güzel, tipik Türk evleri ve odalarının heba ve yok oldukları hiç aklınıza geldi mi? Bunların ve içinde bulundukları evlerin yaşatılması için ne yapılmıştır? Küçükerman'ın o zaman yayınladığı ve yaşattığı o cana yakın enteriyorlar ne olmuştur? Üzüntü ile itiraf etmek lazımdır ki sorular cevapsız kalmaktadır. Son 10-15 sene içinde aklın alamıyacağı ve her vatansever yurttaşı dehşete düşürmesi icap eden bir şekilde sayısız Türk evleri acımasız bir inat ve israr ile yok edilmiş ve geri kalanları da gittikçe artan bir sürat ve şaşmazlık ile yıkılmaya devam edilmektedir.
Bu süre içinde Türk evine varis ve sahip çıkmış Avrupa'daki eski vatanımızın yeni sahipleri ibret verici bir metod ve program ile kendilerine mal edip sahip çıktıkları eski Osmanlı evlerini sevgi ve gurur ile korumaya devam etmişlerdir. Bizim bu yolda yaptığımız birkaç teşebbüs, Avrupa'daki faaliyet ve verimli neticelerin karsısında sözü bile edilemiyecek derecede önemsiz ve etkisiz kalmaktadır. Bu arada Türk Odası diye bir varlığın yeniden hayata kavuşturulması için yapılan teşebbüsler çok zayıf kalmıştır.
Ser'avna, Filibe, Arbanasi, Prizren, Bosnasaray, Travnik, Embelek, Malsrinitza, Siyatista, Kesriye. İşte eski Türkiye'nin farklı zenginlikteki eyaletlerinde muhafaza edilen kasaba, şehir, ev ve odaların bulunduğu yerlerden bir kaçının isimleri. Buradaki evlerin bir çoğunu yerinde görerek, bazılarını da yayınlardan biliyoruz. Arzu edilir ki Türkiye'de Türk Evlerine aynı ölçüde ilgi gösterilsin. Şimdi önümüzde olan Türk odaları kitabı bu arzularımızın bir kısmını, güzel resimleri, metodik izahatı ve yüksek ilmi kıymetiyle yerine getiriyor. Bir kısmını diyorum çünkü Balkan devletlerinin bu alanda yaptıklarına kıyasen bizim koruma ve tanıtma çalışmalarımız mukayese edilmeyecek ölçüde geride kalmaktadır. Bu yolda gerekenin bir an evvel yapılması için kaybedilecek vakit kalmamıştır. Zira bu gidişle yakın bir zamanda gelecek kuşaklara gösterilmek üzere ayakta bırakacağımız eserlerin sayısı daha da azalacaktır. Meslektaş ve yöneticilerimizin bir an evvel harekete geçerek ve Balkan milletlerinden örnek alarak Türk evini koruma ve kurtarma kampanyasına azami ciddiyet ve önemle girişmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde yakın bir zamanda muhafaza edilecek eser kalmayacaktır.
Bu arzumu belirtir ve örnek çalışmasıyla önderlik etmiş yüksek sanatkar ve araştırmacımız Prof. Önder Küçükerman'ın daha nice eserler meydana getirmesini dilerken bu kadarı için de tebriklerimi kabullerini rica ederim. Aynı şükran hislerini bu yolda sayısız ve paha biçilmez icraatıyla nam yapmış olan T.T.O.K.'na ve Çelik Gülersoy'a da ifade eder, Türk yaşama ve oturma kültürüne ait örnek varlıkları koruma, yaşatma ve tanıtma bakımından gösterdikleri sonsuz çaba ve gayretlerine teşekkürlerimi sunarım.
ÖNSÖZ
TÜRK EVİNDE BİRİM OLARAK ODALAR VE ÖNDER KÜÇÜKERMAN
Prof. Utarit İZGİ
Profesör Önder Küçükerman'ın Akademik karyerinin başlangıcında yaptığı bu çalışma ile, 'Türk Evi'nin çeşitli dönemlerdeki uygulamalarında önemli bir 'Birim' niteliği gösteren 'Oda'nın mekan kuruluşu olarak incelenmesi amaçlanmıştır.
Türk evi Osmanlı devleti döneminde imparatorluğun büyümesi sonucu Anadolu dışına da yayılmış olmakla beraber en yoğun olarak Anadolu'da kök salmış ve serpilmiştir. Kurulduğu yerlerin bölgesel farklılıkları, toplumun değişik katlarından gelen yaşantı özellikleri bulunmasına rağmen, Türk evinde ve ona bağlı olarak 'Oda' biriminde hiç değişmeden uygulanan temel ilkeler geçerli olmuştur.
Bu araştırmada Profesör Küçükerman yüzlerce örnek arasından seçtiği, içinde dolaştığı, incelediği, ilişki kurduğu evlerdeki 'Oda'ların analizini yaparak bu konuya ışık tutmuştur.
Daha önce yayınlanan araştırmalarda 'Oda' genellikle bir plan şeması içinde, yine şematik olarak incelenen bir öğe olmustur, ya da onun doküman olarak belirlenmesi amaçlanarak 'Rölöve' edilmiştir. Bu çalışmada ise 'Yoğunlaştırılmış Yaşam Birimi' niteliğindeki 'Oda'nın mekansal açıdan analizi yapılmaktadır.
Bütürı evrimi boyunca 'Oda'daki mekan kuruluşu, titizlikle, belirli bir sistem içinde incelenmekte, eleştirilmekte ve bir sentezle noktalanmaktadır.
ÖNSÖZ
… ÖNDER KÜÇÜKERMAN İÇİN…
Çelik GÜLERSOY
Ailemizin 1933'de İstanbul'a gelip, 1934'de Yıldız'a yerleşmesi ile başlayan hayatım bir Osmanlı sayfiyesi ile, bir İstanbul köyü karışımı olan bu sâkin ve ıssız, yemyeşil diyarda geçmeye koyuldu.
Aklımın daha iyice bir ermeğe başladığı 40'li yıllarda ise, tramvayla gittiğimiz uzak semtlerden Beyazıtta, koca-koca camiler, hamamlar, hanlar içersinde, anıtsal kapının arkasında açılan değişik bir dünya, ilgimi çeker olmustu: Ulu bir taş kapısınm üstüne yazılı adı ile, Üniversite, halk arasında o zaman hâlâ yaşayan Osmanlıcası ile, Darülfünun.
1950, benim için, bütün yoksulluğumuza ve ilerisinin yüksek bir öğrenim için hemen hiç ümit vermeyen gidişine rağmen, içimde duyduğum engin bir özlemle, bu Üniversite'ye kaydolduğum ve devama başladığım yıldır.
Onu izleyen zaman parçası, bana sosyal hayatımızda Üniversite denen kurumu da yaşayıp, onun kadrolarını oluşturan profesörleri ve yardımcılarını da tanıttıran kesitler oldu.
Önlerinde ders dinleyip not tuttuğum, dışarıda eserlerini okuyup, daha sonraki dönemlerde kendilerini de tanıdığım bu hocaların bir kaç kategori içinde gruplaşabileceğini, zamanla anladım:
Bir kısım, Üniversite adının bende ilk gençlik yıllarımdan itibaren derin bir saygı uyandıran anlamına izlenimine ve çağrışımına tam uygun olarak, ağır başlı, geniş düşünceli, kişiliği olan, bilginlerdi. Belki benim seçtiğim öğrenim dalının gereği olarak, doktrinlere ve teorilere dalmış tiplerdi. Hukuk'un hayata daha dönük şubelerinin hocaları da, kendilerini mahkemelerin günlük problemleri ve dertlerinden kalan, hukuk ilminin ölümsüz konuları ile meşgul ediyorlar ve öğrencilerine de, bir davanın nasıl açılacağını, bir dilekçenin nerelere kayd ettirilip kaç paralık pullar yapıştırılacağını değil, bu hukuk yollarının genel esaslarını öğretiyorlardı. Hepsini birleştiren özellik, hayat değil, kitap adamı olmaları idi. Ama 1940'lı ve 50'li yılların bu saygı değer hocaları, bu işi hayranlık uyandıran bir ilim bağlılığı ve disiplini ile yapıyorlardı.
Yıllar geçip, hayat tecrübesi çemberim genişledikçe, daha başka Üniversiteler ve daha fazla sayıda profesörler tanımağa başladım
Ülkenin gittikçe kalabalıklaşması, dertlerin birikmesi, ana meslekler ile uğraşılamayıp, günlük problemlerin çözümü kaygısının öne geçmesi, sık politik değişimler, sosyal çalkantılar, benim ilk tanıdığım Üniversite ve profesör tiplerini de değiştirmeğe koyuldu. Bir saygınlığı ve ağırlığı olmayan ürün de vermeyen, bir kısmı kitapla da değil piyasa ile haşır neşir ama bir yandan yılların getirdiği rütbeleri giysisine ekleyerek, renkli ve ağır kumaştan cübbeler taşımağa başlayan tipler tanıdık.
Son üç-beş yıl, hem üniversite yapıları ve kapılarını hızla arttırdı, hem bunların içinde öğrenci kalabalıklarını çığ gibi büyüttü, hem de bu cins bir ilimin mensubu olan hoca sayısını, üst üste konulmuş, arası karbon kopyalı dosya kağıtlarına çizilmiş figürler gibi, çoğalttı.
Tanıdığım ilim odakları içinde bir tanesi, değişik bir merkezdi: İstanbul'da masmavi sular kenarında mekân tutmuş olan romantik cepheli bir hanım Sultan Sarayına yerleşmiş, bir ilim kurumundan çok, bir sanat yuvasını sergileyen, Güzel Sanatlar Akademisi.
Adı söylendiğinde bile hemen, 1930'ların ünlü ressamlarıın hatıra getiren, içinde kitaplar hatmedilmeyip, işi gereği, soylu çizgiler çizilen, renk renk boyalar ezilen tatlı bir denizin kenarında hem sevimli, hem kocaman, bir Sanat evi.
Bu evin bir çocuğunu, 1960'larda tanımağa başladım. Çocuğu deyimini, bilerek kullanıyorum. Kendisi burada ilk kişiliğini bulmağa koyulmuş, öğrenci olarak başladığı Saray yapısında hocalığa geçmiş ve öğrenci yetiştirmeğe başlamıstı.
Ama onda gözlemlediğim kadarı ile, çocukluk demesek bile, ilk gençlik yıllarının o iç saflığını, taze heyecanını, hayat tadını ve daha iyi bir yaşama özlemini, hiç yitirmeden.
Bu yüzden, geçen yıllar saçlarına ilk akları düşürür ve bu beyazlıkları arttırırken, onun simasındaki çizgiler değişmedi ve yüzündeki günlük tebessümü hiç eksilmeden kaldı.
Yüzüne baktığım zaman, 'ona doğru sanki hep bir bahar rüzgârının estiğine ve sanki bembeyaz kiraz çiçeklerinin, pespembe elma çiçeklerinin onun yüzüne yağdığına' beni inandıran çehre ifadesini, yıllar bir türlü silemedi.
Neden gerek duyuldu ise, Akademinin zengin çağrışımlı güzel sanatlar adı kaldırılıp Mimar Sinan'ın ağırlığı oturtulduktan sonra da, bu eski Akademide, o bir Üniversitenin ağır cüppesini taşımaktan çok bir sanatçının heyacanını içinde yaşatmağa devam etti.
Beni kendine bağlayan, Bizans Osmanlı karışımı İstanbul'un romantizmi ve melankolikliği, onu pek sarmadı.
Buna rağmen ve çok sık görüşemesek bile, ruhlarımızın akrabalığını hep hissettim: İkimiz de, daha bir kaç dostumuz gibi, iç heyecanımızı hiç bastıramamıştık, kalbimizi nasırlaştıramıyorduk ve hergün, beklenmedik bir yerlerde olumlu bir şeyler olacak, bu hayat bakarsınız bir gün gerçekten düzelecek, uzaklardan ömür boyu beklediğimiz bir müjde gelecek gibi, safdilce bir beklentinin içindeydik, bir hayal denizinde yüzmekteydik.
O, İstanbul'un günden güne kalabalıklaşan, gürültüsünden, taşıtı, insanı ve trafiği artan kaosundan uzaklarda yaşıyordu, aklı ve fıkri ile.
Bedeni buradaydı, ruhu Anadolu'nun yeşil ve sarı yaylalarında, Ege'nin mavi kıyılarında geziniyordu.
Bunu, 15 yıl önce Anadolu evi hakkındaki ilk kitabını yayınladığım zaman anlamıştım. Bu yıllarda bir-bir getirip önüme koyduğu yeni çalışmalarına baktıkça, daha iyi görüyorum.
İlgisini, gönül sevgisini, bilgi ve ilim kalıbına dökerken, Türkiye'nin el değmemiş yöreleri, kapısı açılmamış konuları, konuşulmaınış insanları, okunmamış (çünkü yazılmamış) uğraşları, geçimleri, sanatları, denizi, rüzgârı, ekmeği, tuzu, biberi, onu çekiyor.
Zaman-zaman bu Bizanstan kanat açıp hür ufuklara, mavi enginliklere uçan bir kuş gibi, bize uçsuz bucaksız yaylalardan, uzun-uzun kıyılardan esintiler getiriyor. Kocaman kanatlarını çeviren ıssız, kimsesiz değirmenler, engin sulara açılmak üzere Finikelilerden beri kesilen, çatılan, ahşap tekneler, demir kaplarda, kor olmuş ateşlerde pişirilip, çılgın mavi taneler halinde dökülen boncuklar, bunlarla geçinen, adı bilinmeyen bizim insanlanmız, bu sanat kuşunun şimdilerde bize getirmekte olduğu, herbiri birer sanat yuvasını ören, dallar, çerler-çöpler.
Tarih, öyle yazacak, sanatçı ya da Profesör, her neyse Önder Küçükerman'ı: Adına İstanbul denen, 20. Yüzyılın sonuncu çeyreğinde, yazık ki gittikçe daha çok kalabalıklara, dertlere, hırslara, çekemezliklere... Batmakta olan bir diyardan, fırsat buldukça uzak mavi ufuklara kanat açan, oralardan güzellikler taşıyan, fırsat bulamadıkça da, anlayışsızlıkların, sevgisizliklerin ördüğü duvarlara ve demir tellere çarpıp, üzüntü ile tüylerini döken, bir sanat ve özgürlük kuşu olarak yaşadı, diyecek.
Tanrı ömrünü uzatsın.
GİRİŞ
Önder Küçükerman
Türk'lerin Anadolu'da yüzyıllar boyunca gerçekleştirdikleri ilginç bir 'yaşama çevresi' olan 'Geleneksel Türk evi'. Bu ilginç yaşama çevresi içinde çok daha ilginç bir çevre olan 'odalar'.
Ülkemizde ve dış ülkelerde pek çok araştırmanın özünü oluşturmuş bulunan 'Anadolu'daki Geleneksel Türk Evi' bugüne kadar birçok değişik açıdan ele alınmıştır. Ve çeşitli yönleriyle ayrıntılarına kadar inilmiştir.
Oysa bu çalışmada, Anadolu'nun geleneksel Türk Evinin ve onun temel birimi olan 'odalarının' incelenmesinde daha değişik bir yaklaşım amaçlanmıştır. Bu yaklaşımda özellikle aşağıda sıralanan soruların yol göstericiliği söz konusu olmuştur.
. Geleneksel Türk Evi'nin gerçek anlamı nedir?
. Geleneksel Türk Evi'ndeki odaların özellikleri nelerdir?
. Geleneksel Türk Evi'nin oluşumunda 'oda' kavramının, çevre kuruluşu açısından önemi ve etkinliği ne düzeydedir?
. Bu odalar, Geleneksel Türk Evi'nin ve çevresinin oluşumunda ve evriminde ne türde yapısal katkılarda bulunmuştur?
. Bu odalar, bugün çağdaş anlamda tasarlandığı gibi, birer 'yoğunlaştırılmış yaşama birimi' olarak nitelenebilir mi?
. Bunlara bağlı olarak Türk Evi'nin gerçekte 'yoğunlaştırılmış yaşama çevreleri' olan odaların oluşturduğu bir düzen olduğu sonucuna varılabilir mi?
. Kendi çağlarının yaşama gereksinmelerinin çok ilginç çözümlere ulaştırdığı bu yaşama çevresinin zaman içinde biçimini hızla değiştirerek yok olmasının, günümüzün koşullarına uyamamasının köklerindeki sorunlar nelerdir?
Bütün bunlara ve ilişkin sorulara dayalı olarak, Anadolu'daki Geleneksel Türk Evi'nin ve çevresinin, geçmişteki ya da zaman içindeki gelişimi, değişik ve özgün bir yoruma ulaştırılabilir mi?
İşte bu kitapta üzerinde özenle durulacak ve yanıtları aranılacak olan soruların kısa bir dökümü...